18 Nisan 2016 Pazartesi

Her dokunuşunda, sıcağın yakmak olduğunun ayrımına vardığım…




ben ve Mustafa yarı çıplak bir haldeydik; ısınmak için birbirimize sımsıkı sarılmıştık. Şimdi ne olacaktı bilmiyordum.
-Sen istersen uzan. Ben buralardayım. Bir duble daha içeceğim ay ışığında.
-Hayır! Gitme; ya da bende geleyim.

Sarıldı bana ve yukarı çıktık. Yumuşak yastıklarda oturduk. Dublesini ağzına yaklaştırdığında, elinden tutup kendi dudaklarıma yaklaştırdım ve bir yudum rakı daha aldım. Anason kokusuyla beraber dudaklarına dokundurdum nefesimi; sonra onun dudaklarına uzattım bardağı. Vücudunu hissetmekten, sesleri dinlemeye terfi etmiştim. Artık kalp atışlarımız birdi. Arzularımız, isteklerimiz de birdi… Aynı ayın ışıkları altında bedenlerimiz de birdi. Yüzümü tuttu iki eliyle; “Ben” dedi… Sonra nasıl olduysa gerisi gelmedi; konuşmasını bekliyordum; ama konuşması gereken dudaklar ve dil dudaklarımdaydı. Ne o konuşabildi, ne de ben… Öpüşmek ne güzel bir şeydi… Bir daha, bir daha öpüşmek… Beni kamaraya yatırdı ve yanıma uzandı. Hiçbir fikrim yoktu olacaklarla ilgili. Her şey de olabilirdi; hazırdım. Kafamı aldı, göğsüne koydu. Kamaranın camını açarak bana ayı gösterdi ve
-Senden vazgeçmem mümkün değil. Benimle evlenir misin?
-Evet! Ama sen benden küçüksün; el âlem ne der?
-El âlem yok, biz varız ve hayatımız…

Artık beraber yürüyecektik bu yolda. İçten bir duanın kabulü gibiydi bu. Onu bana getiren tesadüften öte, kader çizgisiydi. 
Bütün hayatımız bizi bir anda bulunduğumuz bu noktaya getirdi. Sürprizlerle doluydu her günümüz. Bana göre bir bilinmez gizemdi her ân; anımı yaşıyordum. Hissediyordum aldığım nefesi, yeşilin yapraktaki hışırtısını. Kütüğün, aslında ona kütük diyenleri büyütüp beslediğini, can verdiğini görüyordum. Görüyordum önün arkadan farklı olmadığını; gülmenin ağlamadan yaşanmadığını. Anlıyordum ki eşit dağılıyordu hayata duygular. Ölçüsü onun elinde; “Sen oyna rolünü en iyi hâliyle.” Diyordu. İçindeki şaklabanı oyna; sahne sende…

Yaptığın işte kaybolmaktı mutluluk; severek, zevk alarak yaşamaktı.
Mustafa’m… Derin bakışlım. Yüreğine dalıp dalıp kulaçlarımda sarmaladığım, içime heyecanlar sarıp aklımı başımdan alanım… Kokusunda adam, adamlığında kadınlığımla yandığım. Her dokunuşunda, sıcağın yakmak olduğunun ayrımına vardığım… Yandığım, kavrulduğum, dudak çatlağım. Tabanlarımdan enerjimi evrene yayanım. Öpüşünde öldüğüm, canım sevdiğim… İçimdeki heyecan fırtınam, dünyamda kimsenin görmediği kadar içinde an be an sevdirerek can katanım. Ne iyi ettin de kapımdan ayrılmadın ve ne şanslıyım ki seni tanıdım. İyi ki hayatımdasın Mustafa’m.

Mahkum Mahfuz Başlıklı kitabım da yer alan "Ay Güneşe Teslimdi" öykümün içinden..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder