19 Şubat 2017 Pazar

Bir Tüp Çikolatada Saklıydı Dostluk

           Bir Tüp Çikolatada Saklıydı Dostluk



Ne kolaydır aslında arkadaşlıklar. Eskiler, yeniler, hatta gelecekteki arkadaşlıklar; hele de arkadaşlıktan da öte atılan adımlarla oluşan dostluklar... 

Dostluğu kattık mı, emeği de katık yapıp koymamız lazım o kümeye. Sadece gülüşüp şakalaşmakla, güzel sohbetlerle erişilmez ki dostluklara. O emeğin içinde neler var neler... Sevinçleri uzaktan izleyebilecek kadar özverili olabilmek, acıları yan yana solumak, almadan verebilmek; yani sevmek... Öyle bir sevmek ki; 'Ben' egosunu, 'Sen' duygusunu ortak kararla yok edip 'Biz' olabilmek. Hatalarda sevecen, sevinçlerde cömert olup paylaşabilmek... Lafta kalmayan 'Biz' ruhu yani... 

İşyeri çevrem, mahallelim, arkadaşlarım, arkadaşlarımın arkadaşları; gittikçe genişleyen bir yelpaze. Öyle bir yelpaze ki; içinde her renk; saygı, sevgi, dürüstlük var. Ne hoş bir dünya... 

Tanıştığım herkesin ruhunu analiz etme gayretlerimi seviyorum. Böyle olunca birçok dünyam oluyor. Her dünyamda ayrı sahneler yer alıyor ve her sahnede değişik oyuncular... Oyuncular, rollerini nasıl oynayacaklarını bilmediklerinden, bir salise sonrası bile sürpriz... Düşünsenize ne kadar heyecan verici! İşte ben bu heyecanı seviyorum. 

Geceye gözlerimi kaparken, 'Bu gün yaşadıklarım güzeldi. Bu son ise teşekkürler.' diyerek uykuya teslim olmadan önce yine düşünürüm: 'Ya son değilse!'. Öyle ya; ne başlangıç belli, ne bitiş... Kim bilir hangi bilinmez sahnede, hangi oyuncularla karşılaşıp, hangi oyunları izleyeceğiz daha. Belki de izlemeye fırsat bulamayacağız. 

*** 

Uzun yıllar sürdü Canan'la arkadaşlığımız. Ara ara koptuk, birbirimizden haber alamadığımız zamanlar oldu. Koptuğumuz zaman dilimlerinde, demek ki mutluyduk başka yerlerde, başka kişilerle; haberleşmeyi unuttuk. Ta ki mutsuzluk kapıya dayandığında aklımıza gelir, acı bir özlem düşerdi yüreklerimize. Dünyalarımızdan ortak olduğumuz birinde sahne seçer, yerde bağdaş kurup oturan çıplak ayaklı iki çocuk gibi acıkır ve açık olurduk birbirimize. 

Onunla arkadaşlığımı bu kadar sürdürmemin en tutarlı sebebi; ömründe bir kere acıyı tatmış, onu da bana iyi anlatmayı başarmıştı. Bu yüzden çok severdim O'nu. 

Canan, mahallemizin popüler ve zengin çocuklarından biriydi. Şimdiki ilişkimizde olduğu gibi, mutluluk ondan uzaklaşıp da yalnız kaldığında gelirdi yanıma sadece. Alışmıştım onun bu yanına. Daha doğrusu; insanları irdelemeden tanıma merakım sabırlı davranışlarıma, sabırlı davranışlarım ise insanları benimle arkadaşlığa sürüklüyordu. Alışıyorlar ve belirli aralıklarda görüşmeye ihtiyaç duyuyorlardı. Ya da ben öyle sanıyordum. Bu sanışıma göre de, bu durum beni vazgeçilmez yapıyordu. 

Maceracı yönümün insan kazandırabileceğini kim tahmin ederdi ki? 

*** 

Canan'ın babasının dükkânına icra gelmişti. Herkes ayrı telden söylese de sonuç aynıydı. Artık zengin değil, hatta bizim kadar fakirlerdi. 

İşte bizim de en samimi dönemimiz başlamıştı böylece. Ne de olsa bizi ayıracak maddesel mutluluk, yani para yoktu aramızda. Bahçede ne bulursak kardeş payı yapıyorduk. Toprakta yer açıp iki yaprağı üst üste koyarak, yaprak kardeşi olduğumuzu düşünürdük hep. Bahçenin birçok yerinde öylesi iki yapraklar o kadar fazlaydı ki... Parmaklarımızı uzun uğraş sonrası kesip birbirine değdirerek kan kardeş olduğumuzda, yaprak kardeşliğinin önemi kalmamıştı artık. 

Ben ne bulursam karnımı doyururken, O her şeyi yiyemediği için acı çekerdi. Üzülürdüm bu haline; çünkü alışkanlıklarından kurtulamıyor, durumu kabullenemiyordu. 

Bir gün alt mahallede, taş merdivende beraber oturup sessizliği bölüşüyorduk. Birden konuşmaya; ama hızlı hızlı konuşmaya başladı. Sanki susarsa vazgeçip anlatmayacak gibi telaşlıydı. 

-Biliyor musun, dün halamlardaydık. Halamın kızına babası, yeni çıkan tüplü çikolatan almış. Dönerken anneme yalvardım. 'Anne, ne olur bana da al sıkınca ağza akan çikolatadan. Ne olur anne! Canım çok istiyor.' dedim. 'Kızım beni üzme böyle durup durup yeni bir şeyler isteyerek! Az sabret! Geçecek bu zor günler. İnan bana geçecek...' diye cevap verdi. Sustum... Ne zor günler geçecek, ne de benim canımın istemesi! O çikolatayı o kadar çok istiyorum ki... Çok canım çekti çok! 

İçim sızlamıştı. Ben de isterdim çikolata, şeker ya da canımın çektiğini yemeği; ama imkânlarımız doğrultusunda tuttum isteklerimi. İrade sahibiydim hep, bu gün de olduğum gibi. Sıkınca içinden çikolata akan tüpü nasıl alabilirdik ki? 

İki çocuğun hayalini süslemişti, ters dönük olup kapağı şapka şeklinde açılıp yenesi çikolata... Hiç param yoktu. Keşke olsaydı da alsaydım Canan'a. Yerken nasıl tat alıyor izleseydim. O'nun mutluluğunda mutlu olsaydım. Hiçbir şey gelmiyordu aklıma. Ben hiç yememiştim o çikolatadan; ama onun için istiyordum şimdi. Elimde olsa düşünmeden verir, bir lokma bile istemezdim. 

Taş merdivenden kalktık ve gittik evlerimize içimiz çikolata çeke çeke... 

O akşam bizim eve bir misafir geldi. Çay içtiler, sohbet ettiler sobanın yanında. Tam kalkacakken kadın çantasından iki buçuk lira düşürdü dizlerimin dibine. Başıma dokundu ve 'Al kızım, bu para senin nasibinmiş. Yarın bir çikolata al da ye.' dedi. 

Allah'ım bu ne güzel bir ilahi adalettir! Bir başkası için ne kadar içten dilemiştim çikolatayı ve çantadan yuvarlanıp dizime çarpan demir para bu mutluluğu yaşamam için yeterliydi. Çok sevinçliydim. Sabah ilk işim tüplü çikolata alıp Canan'a vermek olacaktı. O'nun yüzündeki mutluluğu görmek, yerken aldığı tadı izlemek istiyordum. 

Uyku tutmuyordu. Çok heyecanlıydım çok... 

Erkenden gittim evlerine. Annesi, Canan'ın akşam diş macunu yediğini ve midesinin bozulduğunu, şu an yattığını, halsiz olduğunu söyledi. 'Diş macunu mu? Tüplü çikolata gibi mi?' diyebildim sadece. 

Neden emdin diş macununu Canan? Nasıl bir şeydi bu? Kimse bilmiyordu benden başka, diş macununu emme sebebini. İzin isteyip yanına geçtim. Sustuk yine. Garip bir anlaşma yöntemimiz vardı Canan'la. Susarak gerçeklerimizi görüp, konuşmadan varlığımızla mutlu olabiliyorduk. 

Bu defa suskunluğu ben bozdum. Bütün gece hayalini kurduğum çikolatayı yedirmeliydim Canan'a. Anlattım akşam olanları. 

-Tam da çikolatanın parası Canan! İki buçuk lira, beş liranın yarısı... Hadi toparlan! Alalım da ye. 

Canan'ın gözünden akan yaşa arkadaşlık etti yaşlarım. Yine sustuk. Bir süre sonra annesi odaya geldi. Canan hemen heyecanla annesine baktı: 

-Anne ben iyiyim. Dışarı çıkıyoruz biz. 

Kapının önünden ayrılma ha kızım! 

Bir koşu markete gittik. Bakkallarda yoktu. Yeni gelmişti büyük markete. Aldık sonunda. Uzattım Canan'a... 

-Al Canan. Bu senin; hadi ye. 

-Olmaz! Beraber yiyeceğiz... 

-Hayır Canan. Bu senin. Hem benim canım çekmiyor. 

-O zaman gel benimle! 

Bahçenin arkasına dolaştık. Ağacın gölgesinde karınca yuvaları vardı akın akın çalışan. Tüpü açtı büyük bir mutlulukla. Elini tüpün üzerinde gezdirdi; sonra ağzındaki minik kâğıdı çıkarıp kokladı derin derin çikolatayı. 

-Çok güzel kokuyor kokla bak... 

Önce bana uzattı, sonra karıncaların yuvasına yakın bir yere tüpü boşaltmaya başladı. 

Biz artık her yıl buluşup kahkahalarla birer tüp çikolatayı karıncalara ikram ederken, imkânlarımız doğrultusunda kimsesiz çocuklara tüp çikolata alıp dağıtıyoruz. İrademize sahip olmayı öğrenmiştik. 

Bir ömür bu sır bizimle gidecek sanıyordum. 

Oysa şimdi... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder